Nedim alışveriş için markete gitmişti. Bir yandan meyve reyonunu incelerken bir yandan da Ahu’nun eline tutuşturduğu alışveriş listesine göz gezdiriyordu. Biraz dalgın, biraz yorgun raftaki fiyat etiketlerine bakıyor, bir yandan da söyleniyordu.

“Bu ne pahalılık yahu!” “Allah garibana sabır versin.” “Yine hamdolsun, istediğimi gönlümce alabiliyorum. Kıymetini bilmeli.”

Listenin ilk sırasından başladı. Önce makarnaların olduğu kısma geldi. İki adet Selva marka çubuk makarna aldı, sonra vazgeçti, Filiz aldı. Peşinden dolaba yönelip yoğurt, peynir ve yumurta aldı. Az ileriden meyve suyu ve çikolata reyonundan da birkaç atıştırmalık aldı.

Market arabasına gerek duymamıştı, “Üç beş parça malzeme, kucağıma sığar.” diye hesap ediyordu ancak kucağı gittikçe  dolmaya başlamıştı. Yumurtayla yoğurt ağırlık merkezini bozuyordu. Elindekileri dondurma dolabının üzerine bıraktı ve malzemeleri yeniden kucağına istifledi. Listeye son kez göz gezdirdi. Yalnızca salça kalmıştı. Hızlıca salçaların olduğu reyona geçti. Tukaş, Burcu ve Öncü vardı. Markaları hızlıca değerlendirdikten sonra en iyisi olsun diye “Tukaş” aldı. Tukaş’ın bıraktığı kalite algısı kuvvetli olmalı ki büyük bir ikilem oluşturmadan salçayı aldı ve kasaya yöneldi. Her zaman yaptığı gibi önce bir tane poşet istedi, sığmazsa ikinciyi alacaktı. Sığdı. Ödemeyi yaptı, fişini aldı ve yola çıktı.

Nedim, market fişlerini montunun iç cebine koyar, boş bir zamanında da fişi çıkarıp incelerdi. Ancak elleri dolu olduğu için fişi iç cebine koyamadı, arka cebine idarelik bıraktı. Arabasına doğru yöneldi. Arka cebinden araba anahtarını aldı ve kapıyı açıp poşetleri biraz da özensiz bir şekilde arka koltuğun önüne, yere bıraktı. Poşet yan devrildi. İlgilenmedi.

On dakika sonra eve geldi. Arabayı park edip poşeti aldı. Merdivenlerden çıktı, kapıyı açtı, içeri girdi. Poşeti Ahu’ya teslim etti. Ahu’nun canı o gün salçalı makarna çekmişti. Nedim’in gelmesine yakın suyu kaynamaya bırakmıştı. Nedim eve geldiğinde su yavaştan kaynamaya başlamıştı. Makarnaları poşetten çıkardı, güzelce kırdı, sıcak suya yerleştirdi. Sonra oturma odasına geçti. Televizyonu açtı, Müge Anlı ile Tatlı Sert’i izlemeye koyuldu. Bu programı çok severdi. Hangi konu işlenirse işlensin, yatıştırıcı bir etki bırakırdı onun üzerinde. Bir süre geçtikten sonra makarnayı sudan çıkarmak için mutfağa yöneldi. Tencereyi alıp süzgeçten geçirdi. Sonrasında salçayı çıkarmak için market poşetine yöneldi. Ancak poşetin içerisinde salçayı göremedi. Söylene söylene mutfaktan Nedim’e seslendi.

– Nedimmm!
– Efendim.
– Salça?
– Poşette?
– Yoo, poşette değil. Unuttun mu?
– Aldığımı hatırlıyorum, halla halla…
– Allah’ını seversen gerçek mi bu? Benim sabahtan beri canım salçalı makarna istiyor, tam geldim, kuruldum. Kırk yılın başı kendi sevdiğim bir yemeği yapacağım, malzeme eksik.
– E, ne olacak, bugünlük salçasız ye.
– Ben sade makarnayı sevmiyorum, bilmiyor musun? Üç gramlık beynine güvenemeyip kağıt da verdim eline, onu bile becerememişsin. Rezil.
– Ya sen ne konuşuyorsun, aklın yerinde mi?
– Lanet olsun, ben bütün gün salçalı makarna diye sayıklayıp durdum. Rezilsin, rezil!
– Sensin rezil. Yaptığın kavgaya bak. Gidip alırım, yeter ki sus.
– Sen sus. Ben gidip alacağım. Bir haltı beceremedin. Ver anahtarı.

Ahu hışımla evden çıktı. Kapıyı öyle sert vurdu ki apartmandaki herkes bu gürültüyü işitti. Hızlıca ayakkabılarını giydi, aşağı inip arabaya bindi. Arabayı hareket ettirdi. Sokaktan çıkarak caddeye geçti. Cadde boştu, biraz hızlandı. Bir yandan da söyleniyordu. Söylendikçe gaza bastı. Biraz ilerledikten sonra yan yoldan bir araba sabırsızca caddeye yöneldi. Fren yapma mesafesinde olsa da ayağını frene zamanında atmasına rağmen duramadı. Büyük bir gürültü koptu.

Yirmi dakika sonra Nedim’in telefonu yabancı bir numaradan arandı. Nedim, “Digitürk aboneliği satmaya çalışıyordur.” diye düşündü, açmadı. Biraz sonra tekrar çaldı. Bu sefer istemeye istemeye telefonu açtı. Telefonun ucundaki ses, “Nedim Bey, acil polikliniğine gelebilir misiniz, önemli bir durum var.”

“Ne durumu, hayırdır?”

“Eşiniz kaza yaptı.”

Nedim hızlıca evden fırladı. Taksiye binip acile gitti. Eşinin olduğu kısma geçti. Görünce yıkıldı. Eşi hâlsiz bir şekilde sedyede uzanıyordu. Her yanı sargı içerisindeydi. Mahvoldu.

Üç gün sonra Ahu’nun annesi refakat etmek için hastaneye geldi. Nedim de bunu fırsat bilerek eve gidip duş aldı, dinlendi. Sonrasında arabasının çekildiği otoparka geçti. Arabanın önü komple parçalanmıştı, tanınmaz hâldeydi. Bir süre arabanın dışını inceledikten sonra kapısını açtı. Evin anahtarı torpidoda duruyordu, aldı. Kan lekelerini gördü, üzüldü. Sonra koltuğu biraz geri çekti. Gaz ve frenin olduğu kısma bir göz gezdirdi. Frenin hemen altına sıkışmış, marketten aldığı Tukaş salçayı gördü. Gözleri parladı. Hemen salçayı sıkıştığı yerden çıkararak hastaneye doğru yola koyuldu, bir yandan da kendine kendine söyleniyordu, “Üç gramlık beyinmiş, al işte salça. Ben unutur muyum kızım…” dedi.

Erdi DEMİR